Benim verebileceğim tavsiye çok çalışmak

CUMARTESİ Migros, Macro, Carrefour full’dü; inanamadım, insanlar Nevruz öncesi eve erzak yığıyordu…
Sadece marketler değil, pastaneler de full’dü.
Şu geçtiğimiz hafta sonu karbonhidrat yüklemesinden bir hal olduk, televizyon önünde simitler, börekler eşliğinde ne oldu-ne olacak endişeli bekleyişi içindeydik.
İlginçtir, bir taraf kendini yemeğe verdi, bir taraf da sporu tercih etti. Ter atarak kafayı boşaltmak… Benim gittiğim spor merkezi doluydu, bütün sezon hiç bu kadar iş yapmamışlar.
Bir alternatif daha var…
Bu konularda uzman Profesör Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın tavsiyesi: Çok çalışmak. Ben galiba en çok bu öneriyi uygulamaktan yanayım. Sizi sosyal psikolog Çiğdem Kağıtçıbaşı’yla baş başa bırakıyorum…

22032016

Zor bir dönem, kaus hali

Ülkede yaşananları sosyolojik olarak nasıl tanımlarsınız?
Çok zor bir dönem. Kaos hali. İnsanlarda korku, endişe, hayal kırıklığı, umutsuzluk, gerilim, kızgınlık, üzüntü… Hepsi bir arada. Ne olacak, kimse kestiremiyor. Olayların sebeplerinin de ne olduğu belirsiz. Siyasi aktörler bunları cevaplarken, birbirinin tam zıddı açıklamalarda bulunuyor ve birbirlerini suçluyor. Medyanın bir kısmı güdümlü. Hangi gazeteyi okuduğunuza ve hangi televizyon kanalını izlediğinize göre olayları çok farklı bir şekilde algılıyorsunuz. Her olayla ilgili birden çok “hakikat” var!

Peki bu tür belirsizlik durumlarında ne oluyor?
İnsanlar demokratik katılımdan ziyade, otoriter liderliğe ihtiyaç duyuyor. Araştırmalara göre, doğal afet ve deprem zamanlarında da insanlar, kesin çözümler sunan, n’apmaları gerektiğini onlara emreden yöneticileri tercih ediyor. Almanya bunu 2. Dünya Savaşı öncesinde yaşadı. Bizde bugün terörün artmasıyla otoriter liderliğe yönelişi görebiliyoruz.

BU ÇAPTA KARMAŞA YAŞANMADI

Bu durum neye yola açar?
Güvenlik kaygısı, ifade ve basın özgürlüğü gibi temel özgürlüklerin ve demokratik süreçlerin göz ardı edilmesine hatta baskı altına alınmasına yol açar. Çok ciddi olumsuz sonuçlar doğurur.

Daha önce böyle bir dönem, bu seviyede bir karmaşa yaşanmış mıydı?
Zor devrelerimiz oldu ama bu çapta karmaşa daha önce hiç yaşanmadı! 70’lerdeki anarşi döneminde sağ-sol çatışmalarında her gün ölen gençlerin isimlerini gazetelerde okurduk. Arkasından da 12 Eylül darbesi geldi…

12 Eylül travmasıyla kıyaslanabilir mi?
Birçok bakımlardan farklı. O zamanki sorunlar iç politika sorunlarıydı ya da öyle görülüyordu. Bugün ise hem iç hem dış politika sorunları dağ gibi bir sarmal biçiminde büyümüş halde.

Tamam,bir taraftan hayat devam etmeli, doğrusu bu, “Alanlarımızı terk etmemeliyiz!” diyoruz ama kızımız, sevgilimiz, kocamız, arkadaşımız söz konusu olunca, “Metroya binme, otobüse binme, kalabalıklara girme!” diyoruz… Peki n’apacak insanlar? Bir taraftan gerçekçi ve mantıklı davranmak istiyoruz, öteki taraftan tırsıyoruz. İki taraflı bir çaresizlik söz konusu olan…

Evet, günlük yaşamımıza yansıyan temel bir güvensizlik, hatta varoluşsal bir korku söz konusu… Terörün amacı da halkta bu kaygıyı yaratmak. Bunu başardılar. İnsanlar ne olup bittiğini anlamak için diğer kişilere ve giderek de sosyal medyaya yönelip bilgi almaya çalışıyor. Sosyal medya da daha yaygın bir panik ortamı yaratabiliyor.

‘NORMALLEŞME SÜRECİ OLUŞACAK’

Peki n’olacak?
Ne mi olacak? Her şeye rağmen, normal hayat yaşanacak! İnsan her durumda olaylara direnç göstererek dayanabilen bir doğaya sahip. Yaşayabilmek, hayatta kalabilmek için bu kaçınılmaz. Zaman içinde de unutmak, alışmak, hatta duyarsızlaşmak şeklinde “normalleşme” süreci de doğal olarak oluşacak…

Bu kaosu sona erdirmenin bir çözümü var mı?
Kolay ve tek bir yolu olsa, zaten şimdiye kadar çoktan çözümlenmişti! Birçok çözüm önerisi ortaya atılıyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. O da kaosun bir parçası oluyor…

Milyonlarca milyon yürüse mesela… Tek ses olsa… İşe yarar mı?
Gezi tecrübesi, bize birlik olmanın nasıl bir güç oluşturduğunu gösterdi. Ama bugünkü iç ve dış sorunlar karşısında birlik olmak daha zor olabilir. O “tek ses” ne isteyecek? Medya ve basında çokça duyulan eleştiriler var.

Neler onlar?
Mesela sınırların iyi korunamamış olması… Yanlış Suriye politikası… ‘Çözüm süreci’ sırasında terör örgütünün kentleri silahlandırmasına göz yumulması… Çözüm sürecinin oy kaybetmek endişesiyle birden bitirilmesi… Mülteci politikaları… Bu konuda imzalanan anlaşma… Gazetecilerin ve öğretim üyelerinin tutuklanması… Ve güvenlik zafiyetleri… Bence yapılması gereken şu: Siyasi sorunlara siyasi çözümler bulunmalı. Barış özlemi, insan hakları ve temel özgürlükler özlemi daha fazla dile getirilmeli. Bunu gerçekleştirebilmek için sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin güç birliğinden ve sosyal medyanın iletişim ve bilgilendirmesinden yararlanılabilir.

BU bunalımdan çıkılacak

Diyelim ki yararlanılamadı, bu sıkışmanın sonu ne olur?
E kötü olur. Özellikle de iyi yetişmiş bazı gençlerin ülkeyi terk etmek istediğini biliyorum ve buna çok üzülüyorum. İran, İslam Devrimi’nden sonra bunu yaşadı. Bu çok büyük bir insan gücü kaybıdır.

Sizin beklentiniz neler?
Zaman zaman ben de umutsuzluğu kapılıyorum. Ama bunun üstesinden gelmek gereğini de biliyorum. Bu toplumun potansiyeli yüksektir. Özellikle iyi yetişmiş, genç nüfus çok önemli bir değerdir. Sanırım bir süre daha devam edecek olan bu bunalımdan da gene çıkılacak. En az yarayla çıkabilmesi için çaba göstermek gerekiyor. Özellikle de siyaset dünyasının uyum ve güç birliği içinde kalıcı çözümler oluşturmasına çok ihtiyacımız var.

Siz bu işlerin ilmini yapmış biri olarak siz çevrenizdekilere ne tavsiye ediyorsunuz?
Her zaman ve bugün de en fazla üstünde durduğum tavsiye, çok çalışmak! Çok çalışmayla beslenmeyen zekâ eksik kalır. Zor zamanlarda da insanlar yaptıkları işleri layıkıyla yapmaya devam edebilirlerse, bu zorluklarla da daha iyi başa çıkabilirler…

Farklılıklarımız hem zenginliğimiz hem sorunumuz

Biz, barış içinde bir arada yaşamayı neden beceremiyoruz?
– Sosyal yapısı çok çeşitlilik gösteren bir ülkede yaşıyoruz. Sosyal sınıf, etnik kimlik, din, mezhep, coğrafi dağılım ve sosyoekonomik gelişmişlik seviyeleri bakımından dünyadaki en heterojen toplumlardan biriyiz. Tarihsel, kültürel, eğitim ve modernleşme farklılıkları bu çeşitliliği arttırıyor. Bu da bizim hem zenginliğimiz hem de sorunumuz! Çünkü bir toplumun bir arada uyum içinde yaşayabilmesi için çeşitli öğelerini bir arada tutan bir zamka, yapıştırıcıya gerek var. Cumhuriyet ideolojisinde bu, Türk kimliğiydi. Bu kimlik, ırk temelli olmayan bir vatandaşlık kimliğiydi ve farklı etnik kimlikleri de kapsıyordu. Son 50 yılda ise İslam kimliği ve etnik kimlikler, özellikle Kürt kimliği öne çıkarıldı. Bunlar da birleştiriciden ziyade, ayrıştırıcı etki yaptılar. Bugün, bir arada yaşamaktaki sorunumuzun temelinde bu kimlik ayrımlarımız var…

Yorum Bırak