Benim babam bir kaplumbağayı kurtarırken öldü


BUGÜN Kemal Divrikli’nin ölüm yıldönümü. Ben onu tanımıyorum. Ama hayatı boyuncu insanlara iyilik yapmış biri olduğunu biliyorum. Ölürken de bir canlıya iyilik yapıyor.

Yolda bir kaplumbağa görüyor, ezilmesin diye arabasından iniyor, kenara koymaya çalışırken karşı istikametten son sürat gelen bir motor ona çarpıyor. Ve Kemal Divrikli ölüyor. Çaresiz bir hayvanı kurtarmaya çalışırken, kendi canını veriyor. İnanılır gibi değil, di mi? Bir tosbayı kurtarmaya çalışırken…

Olay beni o kadar sarstı, o kadar etkilendim ki, ölüm yıldönümünde, olup biteni sevgili kızı Derya Divrikli Gül’ün ağzından dinleyelim ve bu güzel insanı, Babalar Günü öncesi analım istedim…

YOLDAKİ KAPLUMBAĞA EZİLMESİN DİYE

“Babam, benim şahane babam, yolda giderken bir kaplumbağa görüyor. Yolun tam ortasında. Ezilmesin diye duruyor, arabadan iniyor, tam eğilip kaplumbağayı alırken… Karşıdan gelen bir motor, hızla kafasına çarpıyor! Babam yere devriliyor, apar topar hastaneye götürülüyor ve komaya giriyor!”
Edremit Devlet Hastanesi’nde bana bunları anlatıyorlar.
“Nasıl yani!” diyorum.
Tosbayı kurtarırken motor mu çarpıyor?
Aklımdan onlarca şey geçiyor:
Çarpmadan önce motorun tekerini gördü mü acaba? “Eyvah!” dedi mi? Biz geldik mi aklına? Çok acı çekti mi?
Kendi kendime, “Endişe edecek bir şey yok!” diyorum. “Tosbağa kurtarırken ölünmez! Hele dünyanın en şahane babası kesinlikle ölmez!”

O kadar eminim ki canım babama bir şey olmayacağından, cezaevindeki kardeşime haber verilmesine bile izin vermiyorum.
Süreç uzamasın, mikrop kapmasın diye yoğun bakımda, ben dahil kimsenin yanına girmesine izin de vermiyorum.
Ah bilseydim başımıza gelecekleri, o 8 gün boyunca yanından ayrılmaz, sarılır sarılır öperdim. Neyse ki, annem hemşireleri kandırıp benden gizli gizli girmiş hep yanına. Keşke ben de girseydim…

ORGANLARINI BAĞIŞLAMASAYDIK BİZE KIZARDI
8 gün boyunca umutla bekliyoruz, dünyanın en şahane babası iyileşecek diye.
O kadar iyi, o kadar sevilen biriydi ki babam, hastanenin bahçesi ziyaretçilerimizle tıklım tıklım.
Ama ne yazık ki…
8 gün sonra doktor beni yanına çağırıyor ve inanılmaz bir şey söylüyor:
“Beyin ölümü gerçekleşti!”
“Nasıl yani beyin ölümü gerçekleşti? Benim babamın, dünyanın en şahane babasının, nasıl olur da beyni ölebilir!” diyemiyorum.
Kal geliyor bana.

Saatler geçmiş gibi gelen bir on saniyenin ardından,                                                                                                                                                                       dediğimi duyuyorum.
Ben demiyorum. Benim ağzımdan babam için, “Öldü mü?” kelimesi çıkamaz. İçimde biri konuşuyor.
“Evet, tamamen bitti!” diyor doktor üzgün bir biçimde.
Yine içimdeki o kişi konuşuyor: “Organlarının bağışlanmasını isterdi. Bağışlayabilir miyiz?”
Doktor şaşırıyor, “Tabii ki! Genelde biz ısrarcı oluruz ama aileler istemez. Ne güzel bir şey yaptığınız!” diyor.
“Sen babamı tanımıyorsun ki!” diye düşünüyorum. Benim babam, kaplumbağa kurtarırken öldü! Hele ki, insan hayatına can olacaksa, bunu önermeseydik, bizi asla affetmezdi…

KARDEŞİMİN CEMEVİNDEKi CENAZEYE KATILMASINA İZİN VERMEDİLER
Kâğıtları imzalıyoruz.
Gece makineden çekip organlarını alacaklarını söylüyorlar. Cezaevindeki kardeşim o zamana kadar izin alıp babamızla vedalaşmak için gelebilecek.
Yani biz öyle zannediyoruz. Nasıl bir işleyişse, bir evladın babasına, nefes alırken son bir kez sarılmasına izin vermiyorlar.
Bu kadarla kalmıyor.
Cenazesine katılmasına da izin vermiyorlar. Sebep, cenazenin cemevinden kalkacak olması.
Cenaze camide olsa tüm gün tutukluya izin veren sistem, cemevinde olunca “güvenlik” gibi içi boş bir gerekçe gösterip, bir evladın babasını gömmesine izin vermiyor!
Bu arada kardeşim, basit bir adli suçtan içeride. Ne cinayet ne örgüt üyeliği ne de herhangi bir insana ufacık zarar verecek herhangi bir suç…

15 TEMMUZ’DA TOPRAĞA VERİLDİ

Cemevi tıklık tıklım… İnsanlar güneşin altında bekliyor. Biz cenaze törenimizi yapamıyoruz çünkü kardeşim gelemiyor. Babamı kefene sarıyorlar. İstemiyorum. Kardeşim görmeden gömülmesini istemiyorum. Ama günlerce kalamayız öyle. Sonra bir haber geliyor: “Tamam, izin verildi. Ama bir şartla: Cemevi boşaltılacak! Sadece aile kalacak!”
İdrak edemiyoruz yine… İyi de neden?
Cevabı yok. Mecburuz, tüm sevdiklerimiz cemevinden çıkıyor, mezarlığa geçiyor.
Bir dolu asker geliyor. Kardeşimi indirmeden evvel her yeri arıyorlar ellerinde silahlarla.
Bitmiyor çilemiz!
Yine ellerinde silahlarla, musalla taşında yatan babamın kefenini açıp arıyorlar. Kardeşimi kaçırmak için, babamı öldürüp kefeninde silah saklayacağımızı düşünmüş olacaklar…
Bu ülkede en azılı suçlulara bile, yakınları öldüğünde böyle bir muamele reva görülmedi…
Sonuç itibarıyla kardeşim, babamın yanına girdi, babamla vedalaştı, sonra mezarlığa geçip, bir kürek toprağı attı ve sonra da apar topar geri götürüldü.
Ömrü boyunca insanların iyiliği için uğraşmış, bir hayvanı kurtarmak için ölmüş, ölürken 5 kişiye can olmuş Kemal Divrikli, benim şahane babam, işte böyle gömülmüş oldu…
Dört sene önce bugün…

SEVDİĞİNİN YOKLUĞUNA ALIŞAMIYOR İNSAN

Ölüme, sevdiğinin yokluğuna alışmayı ben anlayamıyorum.
Ben yapamıyorum.
Hemen her gün, hâlâ hızlı aramada kayıtlı olan numaraya bakıyorum: “Babam…”
Ara sıra da arıyorum:
“Aradığınız numara kullanılmamaktadır” diyen o metalik sesi duyuyorum.
İnsanlar ölümle nasıl baş ediyorlar?
Ben hâlâ onun fotoğraflarına bile bakamıyorum.
Babamın ardından onlarca kişi çıktı, “Bana da yardım etmişti, bana da, bana da!” diye, yaptığı iyilikler karşısında şaşkınlığa düştük.
Bunlar yetmezmiş gibi, babamın korneası, kardeşimin gardiyanının babasına nakledildi, giderken de hayat verdi insanlara…
Çok özlüyorum onu.
1.5 senedir terapi görüyorum.
Yine de alışamıyorum yokluğuna.
İçimde hiç susmadan tekrar ettiğim şu cümleyle onsuz hayata devam etmeye çalışıyorum:
“Benim babam o kadar iyi kalpliydi ki, bir kaplumbağa kurtarırken öldü!…”

Yorum Bırak