Ama hâlâ kadının adı yok

İşte bir 8 Mart daha geliyor. Yarın biraz buruk bir şekilde ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayacağız. Aslında tam kutlayacağız da diyemiyorum. Çünkü durum kadınlar açısından ülkemizde ne yazık ki pek iç açıcı değil. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hepimiz kadın-erkek bir mücadele veriyoruz. Vermeliyiz. Hepimizin hak ve adalet talebi var. Herkes, her yerde, her koşulda, her zaman eşit olana kadar mücadeleye devam. Gazeteci Rahşan Gülşan bu 8 Mart’ta Duygu Asena’yı anan bir video çekti. Sıla metni yazdı, Ayta Sözeri de oynadı. Çok sevdim videoyu. Ben de Duygu Asena’nın zamanının çok ilerisinde önemli ve değerli bir rol modeli olduğuna inanıyorum. Benim gazeteciliğim de onun dergisi Kadınca’da çalışmam talebiyle başladı. Onu her daim anıyoruz. Ve hepimiz biliyoruz ki hâlâ kadının adı yok. Duygu Asena anısına yapılan bu video için üç kadınla da konuştum. Bugün Rahşan’ı okuyacaksınız, yarın Sıla’yı, önümüzdeki günlerde de Ayta Sözeri’yle birlikte olacağız…

Biz seni köşe yazarı olarak biliyorduk, şimdi değişik bir işle karşımızdasın!
Evet. Birçok gazeteci arkadaşıma olduğu gibi, benim için de yirmi beş yıl yaptığım mesleğim sona erince, hayatıma yeni bir yön vermem gerekti. 40 yaşımdan sonra ve kendimi böyle bir iş yaparken buldum. Artık hikâyelerimi videolarla anlatıyorum…

Bence şahane yapıyorsun… Senin kendine özgü bir dilin, gözün var. Senin videolarını, kliplerini görünce “Bunu Rahşan çekmiş!” diyorum.
Teşekkür ederim.

Yine çok çarpıcı bir videoyla karşımızdasın. 8 Mart’ta gösterilmek üzere Duygu Asena anısına çektiğin bir videoyla… Sıla ve Ayta Sözeri bu işin içine nasıl dahil oldu?
Sekiz aydır, yaşadığımız coğrafyada mikro ya da makro ölçekte etrafındaki insanların hayatlarını değiştiren kadınları anlatan “Biz” isimli bir video projesi üzerinde çalışıyorum. Amacım, YouTube’un kitlelere ulaşma gücünü kullanarak kadınların hikâyelerini aktarmak. Ve kendimize yeni bir alan açmak…

Çünkü artık video çağındayız…
Aynen öyle! Ve bence video bu hikâyeleri topluma ulaştırmak için en etkili yol! Yine aynı proje için mesela Refika Birgül’le Kars’a gidip bebek yapan kadınları çektik. Merve Özkaynak’la Bartın’da tel kırma yapan kadınları çektik. Kalben, müthiş bir video ve şarkıyla Aysel Gürel’i anlattı. Yakın arkadaşım olan Sıla’ya da “Duygu Asena’yı da sen anlatır mısın?” diye sormuştum. O da “Çok isterim” demişti. Ayta ise ortak fikrimizdi…

Sıla, Ahmet Kural’dan şiddet gördükten sonra mı kadın mücadelesine daha ağırlık verir oldu, yoksa her zaman mı öyleydi?
Her zaman bu konuda bilinç sahibiydi. Sosyal medya üzerinden tonla mesajını hatırlıyorum. Oldum olası bu konuda duruşu olan bir kadındı. Ama sanırım başına bu korkunç olay geldikten sonra, kendini daha aktif bir şekilde bu mücadelede görmek istiyor.

Sence kadınların kurtuluşu örgütlenmekte mi?
Örgütlenmek tabii ki önemli. Ama bana kalırsa kadınların kurtuluşu için ilk aşama, kadına şiddeti oğulları aracılığıyla nesilden nesle aktarmaktan vazgeçmeleri olacak. Bu şiddeti uygulayan erkekler, onları çoklukla onaylayan annelerin çocukları…

KADINLARIN SESİ KISILMAK İSTENİYOR

Sence kadının adı yok, peki sesi var mı?
Kadının sesi var ama hep kısılmak isteniyor. Biz daha gür bağırmak istedikçe de birileri ağzımızı kapatıyor. Daha iki gün önce, yine tam da böyle bir hikâye yazdın. Yüreklerimizi haksızlık ateşiyle dağladın. Kadınlar şiddet gördüğünde ve sesini yükselttiğinde hemen kadına karşı sesi her daim daha gür çıkan bir koro, bildiğimiz şarkıyı söylemeye başlıyor: “O saatte, orada ne işi varmış? Böyle de giyinilir miymiş! Zaten zanlı takım elbise giyiyormuş!” Hayatını kaybetmiş, tacize uğramış, cinsel ve fiziki şiddet görmüş kadınların karşısında böyle söyleyen bir kalabalığa istediğin kadar bağır, kimse sesini duymuyor!

BU KAMERAYI ÖLENE KADAR KADINLAR LEHİNE KULLANMAYA KARARLIYIM

Sen Duygu Asena’yı nasıl hatırlıyorsun?
Ben onu ilk tanığımda, yaşım dolayısıyla 17 dergisi okuyordum. Ve Duygu Asena o zaman, o derginin genel yayın yönetmeniydi. Ve tabii Kadınca’nın. Her yazısında aydınlanma yaşadığımı hatırlıyorum. Sonra üniversiteye İstanbul’a geldiğimde, kitaplarıyla yaşadığım metamorfozu çok net biliyorum. Bir ergenden kadına dönüşürken ve bir gazeteci olurken tartışmasız rol modelimdi! Bağımsızlığı, korkusuzluğu, kim ne derse desin kendine inandığını söylemesi ölene dek hatırımdan çıkmayacak…

Sen onun mücadelesinden nasıl etkilendin?
Toplumsal mücadele bir tarafa, bir gazeteci olarak çizgisinden çok etkilendim. Tartışma enerjisini, bizim ataerkil toplumumuzda yel değirmenleriyle savaşını gururla anımsıyorum.

Klibin sonunda bir tespitte bulunuyorsun. Duyalım o tespiti senden…
Şöyle bir metin yazdım videonun sonuna: “Duygu Asena, bir kadın hakları manifestosu niteliğindeki “Kadının Adı Yok” eserini 1987’de yazdı. Aradan 32 yıl geçti. Sadece 2018 yılında 400 kadın, erkek cinayetine kurban gitti. 32 yıldır öldürülen kadınların adını biliyoruz. Ama hâlâ kadının adı yok…”

Kadın mücadelesiyle ilgili eylemlerin devam edecek mi?
Ölene kadar! Köşe yazarıyken kalemimle verdiğim mücadeleyi, şimdi elimdeki kameraya taşıdım. Artık hikâyelerimi kamerayla anlatmanın gücünü öğreniyorum. Ve ölene kadar da bu gücü karınca kararınca kadınlar lehine kullanmaya kararlıyım.

Yorum Bırak