2 milyar dolar istedi, fikir o kadar güzeldi ki biz 2.8 verdik!


BİR süredir kadın girişimci yazıyorum.

Türkiye’nin her tarafından kadın girişimciler arıyor, yazıyor, hikâyelerini yolluyor. Üniversiteden yeni mezun girişimciler ve yepyeni ‘start up’lar da var tabii, onları yazmak, destek vermek gerekiyor.

O yüzden bugün sizinle “Girişimcilik Vakfı”nın kurucusu Sina Afra’yı tanıştırmak istiyorum. Sina Afra, bir röportajcının bayılacağı biri, çünkü şahane hikâyeleri var; üç saat anlatsın, dinleyin. Kendisine bana vakit ayırdığı ve pırıl pırıl genç girişimcilerle tanıştırdığı için teşekkür ederim. Bugün Sina Afra’yı okuyun, yarın ODTÜ mezunu iki müthiş girişimci gençle tanıştıracağım…

Türkiye’de girişimcilik denince akla gelen en önemli isimlerden birisiniz…

Teşekkür ederim.

Hikâyeniz nasıl başlıyor? Siz bir diplomat çocuğusunuz…

Evet. 6 farklı ülkede yaşadım. Kendimi hem Türk hem dünya vatandaşı gibi hissediyorum.

Zor yanları var mı?

Diplomat çocuğu olmanın mı? Başkalarını bilemem, ben her anından keyif aldım. Bol bol lisan öğreniyorsunuz. Sürekli yeni kültürler tanıyorsunuz. Bir de bulunduğunuz dünyada herkes sizin gibi. Onun için 3-5 senede bir taşınmak filan size çok normal geliyor. Ondan sonra bir gün üniversiteye başlıyorsunuz, “A insanlar, 18 sene tek bir yerde büyümüşler!” diyorsunuz. Değişik olmak da güzel. Yani bir daha yapar mısın? Kesin yaparım!

Kaç dil konuşabiliyorsunuz?

5.

HAYATTA GİRİŞİMCİ OLMAK LAZIM

Liseyi, üniversiteyi nerede okudunuz?

Almanya’da. İşletme eğitimi aldım. Kuvvetli bir Alman kimliğim var içimde. 16 sene de kurumsal şirketlerde çalıştım. En son Berlin’de eBay’de çalışıyordum, eBay adına şirket satın alıyorum. Çok da mutluydum. 2000’lerin başında genç bir adam geldi karşıma, “Şirketimi satacağım!” dedi. “İyi, güzel. Ne yapıyorsun, ne ediyorsun? Kaç para istiyorsun?” “İki milyar dolar!” demesin mi? Dedi! “Nasıl yani?” dedim. “Ben bu fikrimle dünyayı değiştireceğim” dedi. Ben de güldüm. “Sana 2 milyar dolar vermem için geçerli bir neden söyle, yoksa toplantıyı bitirelim!” dedim. “Peki, Yahoo’dan geliyorum, onların zaten 2 milyar dolarlık teklifi var. Ama ben sizi tercih ediyorum!” dedi.

Dalga geçiyorsunuz!

Yooo gerçekten…

E ne yaptınız?

2.8 milyar dolara bu genç adamın fikrini satın aldık!

Neydi ki bu dünyayı değiştirecek şey?

Skype.

Vayyyyyy!

Bunu şundan anlatıyorum: Ben o gün, bu genç adamın kendine özgüveninden çok etkilendim. Ve cesaretine hayran kaldım. “Ben dünyayı değiştirecek bir şey yarattım!” diyor, diyebiliyor. Girişimcilik işte tam da böyle bir şey! Aşağı yukarı aynı eğitimleri almışız ama o kurumsal bir şirkette üst düzey yönetici değil, kurumsal hayatta yer almayı tercih etmemiş, kendi başına dünyayı değiştirecek bir şey yapmış…

O gün kendinize, “Hayatta girişimci olmak lazım!” mı dediniz?

Aynen öyle dedim! Ve eBay’den ayrılmaya karar verdim! Yani benim girişimciliğe başlamam tamamıyla Skype’ın kurucusu Niklas Zennström sayesinde. Ama tabii istemek başka, hayata geçirebilmek başka. Benim eBay’dan ayrılabilmem bir yılımı aldı. Sonra Türkiye’ye geldim ve Markofoni’yi kurdum. “Girişimci olacağım” dedikten iki yıl sonra…

Markafoni, Türkiye’deki ilk online moda sitesiydi değil mi?

Evet. 2008’de internetten cep telefonu, elektronik şeyler ve kitap satın alabiliyordunuz ama moda yoktu. Markafoni’nin kelebek etkisi oradan geliyor. Herkesin “Türkiye’de bu fikir tutmaz!” dediği bir şeydi. Kurulduktan sonra çok çabuk büyüdü. Sıfırdan bir milyon üyeye gelmesi 9 ay sürdü. Cepten tek kuruş harcamadım. Viraldi her şey. Sonradan 26 tane benzeri çıktı…

Sonra peki?

2011’de sattım.

Skype’ın parasına mı?

Keşkeee… Kimse 2.8 milyar dolar ödemedi. Ama 203 milyon dolar ödediler!

O da hiç fena değilmiş! Zaten Türk girişimcilik tarihine geçti bu satış, değil mi?

Evet. Türkiye’de binin üzerinde çalışanımız vardı. Sonra gittim Avustralya’da kurdum, orada da 250 çalışanımız oldu. Derken Güney Kore, oradan Ukrayna. Ukrayna’nın ikinci büyük e-ticaret sitesiydik bir ara. Ve sonra Polonya ve Yunanistan. Türkiye’de alt markalar kurduk. Sonra da 12 şirketlik bir Güney Afrikalı gruba sattık…

KEŞKE 20’LERİMDE GİRİŞİMCİ OLSAYDIM

Nasıl bir tatmin?

Tatmin parada değil, olayda; girişimci olmaktı. Ben Markafoni’yi kurduğumda 40 yaşındaydım. “Keşke girişimciliği 20 yaşında bilseydim!” dedim. Benim babam devlet memuru, annem sanat tarihçisi. Kimse bana 17 yaşındayken, “Evladım, büyüyünce girişimci ol!” demedi. Bizde hep şu vardı: “Hariciyeci olursun, akademisyen olursun. Bilemedin doktor ol, özel sektöre gir!” Özel sektörde de, Sabancı, Koç, üçüncü bir şirket yoktu annemlerin dünyasında. Böyle olunca, ben kendi başıma bir şeyler yapmayı hiç düşünemedim. Oysa farkına varsaydım, 20’lerimde başlardım. Çünkü 40 yaşında girişimci olmak komplike bir şey, devam eden bir hayatınız var, kredi ödüyorsunuz, çocukların okulu var, bilmem ne var. Bir düzen var. Durdurup tramvayı inemiyorsunuz. Tam da bu sebeple, gençlere yol gösterebilmek için 2014’te pek çok başka girişimciyle “Girişimcilik Vakfı”nı kurdum. Tüm kariyerim boyunca en gurur duyduğum şey bu. Çünkü gerçekten çok iyi bir şey yapıyoruz.

95 BİN GENÇ BAŞVURDU 100 KİŞİYİ SEÇTİK

Vakıf nasıl işliyor?

Bir kere bağımsız bir vakıf. En önemli özelliği bu. Kimseden para mara almıyoruz. Senede bir kez 18-24 yaş arası gençler başvuruyor ve bizim fellow programına katılıyorlar. Bu program iki sene sürüyor. Sadece 100 kişi alıyoruz. 50 erkek, 50 kadın.

Kaç başvuru oluyor?

Bu sene 95 bin başvuru oldu! Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden pırıl pırıl beyinler. Biz aslında onları eğitmiyoruz, onlara ilham veriyoruz. Onlar da bize veriyor. Yani birbirimizi besliyoruz. Belli haftalarda toplantı yapıyoruz. Türkiye’den ve dünyadan girişimciler geliyor, hikâyelerini paylaşıyor. Kayıt yok, vs yok, çok samimi bir ortamda oluyor. Sonra bütün girişimci adaylarımızı Tel Aviv’e götürüyoruz. Oranın girişimcilik ekosistemi dünya standartlarında. 500 bin kişilik bir şehir, 7 bin start up çıkarıyor, düşünün. Buna karşılık, Türkiye’nin nüfusu 80 milyon, 2 bin start up’ı var. Yani aslında Silikon Vadisi değil, bizim gitmemiz ve anlamamız gereken, aslında orası. Tel Aviv, bizden çok daha zor bir coğrafya ama gayet güzel bir ekokültür ve ekosistem oluşmuş.

Vakfınız bütün gençlere açık mı?

Tabii, tabii. Gayet uzun, komplike bir seçim sürecimiz var ama çok dijital. Ben bu vakfın, hayat değiştiren bir süreç sunduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda Türkiye’nin en yüksek bursunu da veriyor.

İki sene boyunca kesintisiz 500 lira ama bence kimse burs için başvurmuyor. Şu ana kadar 30 küsur start up çıktı bizim vakıftan. Aslında hedefimiz de start up üretmek değil, tüm bu gençleri “girişimcilik elçisi” yapmak. 3 senelik bir vakfın başvuru sayısının 95 bin olması da büyük bir başarı. Çünkü tanıtımını bile yapmıyoruz, tamamıyla ağızdan ağıza yayılan bir şey…

TÜRKİYE’DE BAŞLADIK MADRİD’E GEÇTİK

Markafoni’den sonra ne yaptınız?

-Geçen sene yeni bir start-up kurdum.

O nedir?

-Emlakla ilgili bir şey. Diyelim, sizin satmak istediğiniz bir eviniz var. Emlakçıya gidiyorsunuz. Ben de diyorum ki ,“Bana gelin!” 24 saatte ben size teklif veriyorum. Araba satar gibi ev satıyorsunuz. Ben evinizi alıyorum, içini yaptırıp satıyorum. Türkiye’de başladık, Madrid’e geçtik, gayet iyi gidiyor…

Yorum Bırak